Home | Contact
     ISSN 2149-2042
     e-ISSN 2149-4606
 
 
 
Volume : 39 Issue : 1 Year : 2024



Current Issue Archive Popular Articles Ahead of Print




Index























Membership




Applications


 
Medeniyet Med J: 26 (3)
Volume: 26  Issue: 3 - 2011
Hide Abstracts | << Back
CLINICAL RESEARCH
1.Sign of burnout and depression in relatives or caregivers of dialysis patient
Hüseyin Demirbilek, Özlem Ciğerli, Ülkem Yakupoğlu, Fatih Turhan, A. Metin Erman, Ali Köse, Fatma Nurhan Özdemir Acar
doi: 10.5222/J.GOZTEPETRH.2011.103  Pages 103 - 107
GİRİŞ ve AMAÇ: Kronik böbrek yetmezlikli hastaların izleminde hekim, hasta ve hasta yakınları ilişkisi bu grup hastanın tedavisinin başarılı olmasında çok önemlidir. Bu çalışmada, ekibin bir parçası kabul edilen ve merkezimize bağlı hemodiyaliz ünitesinde takip edilen hastaların bakımını üstlenen hasta yakınlarının veya ücretli hasta bakıcılarının tükenmişlik ve depresif durumlarının belirlenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Merkezimiz hemodiyaliz ünitesinde takip edilen hastalara devamlı yardımcı olan akraba ve ücretli olarak çalışan hasta bakıcılarından oluşan 40 kişiye Maslach tükenmişlik envanteri (MTE) ve depresif belirti envanteri öz bildirim formu (DBE-Ö30) uygulandı. Bu çalışmada istatistiksel analizler NCSS 2007 paket programı ile yapıldı. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metodların yanısıra, gruplar arası karşılaştırmalarda tek yönlü varyans analizi, alt grup karşılaştırmalarında Tukey çoklu karşılaştırma testi kullanıldı.
BULGULAR: Çalışma grubu 25 erkek, 15 kadından oluşmaktaydı, yaş ortalamaları49.9±16.2 yıldı(26–75 yıl). Hastalık süresi <5 yıl, 5–10 yıl, ≥10 yıl gruplarının, MTÖ toplam puan ortalamaları arasında anlamlı fark gözlendi. ≥10 yıl grubunun MTÖ toplam puan ortalamaları <5 yıl ve 5–10 yıl gruplarından anlamlı derecede yüksek bulundu(sırasıyla p=0.012, p=0.0001). Ayrıca ≥10 yıl grubunun DBE-Ö30 toplam puan ortalamaları da <5 yıl ve 5-10 yıl gruplarından anlamlı derecede yüksek bulundu(sırasıyla p=0.044, p=0.0001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hasta yakınlarını ve ücretli bakıcıları içeren çalışma grubumuzda, hemodiyaliz hastası ile birlikte geçirilen zamana ve hastanın hastalık süresine bağlı olarak duygusal tükenme, kişisel başarısızlık ve duyarsızlaşma gözlenmiştir. Yalnızca bireysel değil, kurumsal, toplumsal ve sağlık politikasıyla ilgili önemli boyutları olan bu sorunu çözmek için bu olgunun tanınır ve tartışılır olması gereklidir.
INTRODUCTION: The relation between doctor, patient and patients’ relatives is very important for the success of treatment of the chronic kidney disease patients. In this study, we aimed to determine the status of the burn-out and depression of the relatives and paid caregivers of the patients, who are monitoring at the hemodialysis unit of our center.
METHODS: Maslach Burnout Inventory (MBI) and Signs of Depression Self Declare Survey (IDS-SR30) were applied to 40 of the relatives and caregivers of the patients in the hemodialysis unit of our center. In this study, we used NCSS 2007 software for statistical analysis. While evaluating data, together with descriptive statistical methods, we also used one-way analysis of variance to make comparison among the groups and Tukey multiple comparative test for sub-groups.
RESULTS: 25 males and 15 females participated in this study. The mean age of the group was 49.9±16.2(between 26-75 years). Meaningful differences were observed between the mean MBI total scores
of the groups which have the illness for <5 years, 5–10 years and ≥10 years. The mean MBI total score of the ≥10 years group was meaningfully greater than <5 years and 5–10 years groups(in the order of p=0.012, p=0.0001). Also, the mean IDS-SR30 total score of the ≥10 years group was meaningfully greater than <5 years and 5–10 years groups(in the order of p=0.044, p=0.0001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Depending on the time spent with the hemodialysis patient and the period of the illness, emotional burnout, personal failure and insensitiveness had been observed with the group, which the relatives and paid caregivers were included. This problem not only has important dimensions individually, but also has important dimensions institutionally, socially and about health policy. This phenomenon should be well-known and be open to discussion.

2.Hyperbaric oxygen therapy in early stage avascular necrosis of femoral head
Gazi Huri, Kadir Dündar, Yusuf İyetin, Mahmut Nedim Doral
doi: 10.5222/J.GOZTEPETRH.2011.108  Pages 108 - 111
GİRİŞ ve AMAÇ: Femur başı avasküler nekrozu (AVN) özellikle genç populasyonda sakatlığa neden olma potansiyeline sahip bir hastalıktır. Tedavi seçenekleri hastalığın hangi evrede bulunduğuna göre farklılık gösterir. Femrur başı AVN tedavisinde farklı cerrahi prosedürler tarif edilmiş olsa da hiperbarik oksijen tedavisi (HBO) ile ilgili literatürde kısıtlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Çalışmamızda Ficat Evre I-IIA femur başı AVN’lu olgularda uygulanan hiperbarik oksijen tedavisinin erken dönem sonuçları bildirilmektedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza ortalama yaşları 43.6 olan 3 hasta, biri bilateral olmak üzere toplam 4 femur başı AVN’lu olgu dahil edilmiştir. Her üç olguya da 40’ar seans HBO tedavisi uygulanmıştır. Hastalar, HBO tedavisi öncesi ve tedavi sonrası 1. yıl takiplerinde klinik olarak Harris Fonksiyonel Kalça Değerlendirme Skorlaması (HKS) ile değerlendirilmişlerdir.
BULGULAR: Sonuç olarak, tedavi öncesi HKS 19-34 (ort. 28) ve SD 7.93 iken, 1. yıl takiplerinde tedavi sonrası HKS 69-89 (ort. 76.66) ve SD 10.785 olup, iki değer arasında istatiktiksel olarak anlamlı fark olduğu tespit edilmiştir (p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma az hasta sayısı ile gerçekleştirilmiş olmasına karşın, HBO tedavisinin erken evre, kollapsın gelişmediği femur başı AVN’lu olgularda tedavi alternatifleri arasında düşünülmesi gereken bir yöntem olduğunu göstermiştir.
INTRODUCTION: Avascular necrosis (AVN) of the head of the femur is a potentially crippling disease which mainly affects young adults. Treatment options differs, according to the stage of necrosis. Although treatment by exposure to hyperbaric oxygen (HBO) is reported as being beneficial, there has been few studies about HBO treatment. In this study early term results of HBO therapy as a treatment for Ficat stage I-IIA avascular necrosis of the femoral head were presented.
METHODS: Four femoral head avascular necrosis (one bilateral involvemet) of three patients with mean age 43.6 were impicated to the study. Daily HBO therapy was given for 40 days to each patient All patients were evaluated according to Harris hip score before the therapy and after 1 year follow up.
RESULTS: As results,while median Harris hip score(HHS) was 28 before the HBO treatment (ranged between 19-34) with SD 7.93, Average Harris hip score was increased to 76.66 (ranged between 69- 89 with SD 10.785, after 1 year follw up. The difference between before and after HHS values were statistically significant. (p<0.001)
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although the limited number of patients were impicated to the study, hyperbaric oxygen is effective and alternative method in the treatment of early stage without collaps, avascular necrosis of the head of the femur.

3.A psycho-social viewpoint to anxiety and social phobia in dialysis patient
Hüseyin Demirbilek, Ergün Parmaksız, Gökçen Gökcan, Fatih Turhan, Özlem Ciğerli, Seval Yeşim Köktürk, Rabia Papila, Fatma Nurhan Özdemir Acar
doi: 10.5222/J.GOZTEPETRH.2011.112  Pages 112 - 116
GİRİŞ ve AMAÇ: Son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) hastalarda birçok psikososyal sorunlara neden olmakta ve yaşam kalitesini düşürmektedir. Bu çalışmada hemodiyaliz hastalarının kaygı (Anksiyete) ve sosyal fobik durumlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hemodiyaliz merkezinde 1 Ocak 2010-31 Mart 2010 tarihleri arasında düzenli olarak tedavi gören hastalar arasında rast gele seçilen 91 kişiye STAİ Durum, STAİ Sürekli Kaygı Ölçekleri ve Sosyal Fobi testi uygulandı Bu çalışmada istatistiksel analizler NCSS 2007 paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama, standart sapma) yanı sıra gruplar arası karşılaştırmalarda tek yönlü varyans analizi, ikili grupların karşılaştırmasında bağımsız t testi, nitel verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi değişkenlerin birbirleri ile ilişkilerini belirlemede Pearson korelasyon testi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışma grubu yaş dağılımları en küçük 24, en büyük 89 ortalama yaş 55,23±15.98 bulunmuştur. Kadınların yaş ortalaması 55,23±13,83 en küçük 24, en büyük 81, erkeklerin yaş ortalaması 55,36±17,31 en küçük 24, en büyük 89 bulunmuştur. STF korku puanları ile STAİ durum puanları arasında istatistiksel olarak pozitif yönde anlamlı korelasyon (R=0,12 P=0,003) ve STF Korku puanları ile STAİ sürekli puanları arasında istatistiksel olarak pozitif yönde anlamlı korelasyon gözlenmiştir (r=0,270 p=0,01). Ayrıca STF kaçınma puanları ile STAİ durum puanları arasında istatistiksel olarak pozitif yönde anlamlı korelasyon (r=0,306 p=0,003) ve STF kaçınma puanları ile STAİ sürekli puanları arasında istatistiksel olarak pozitif yönde anlamlı korelasyon gözlenmiştir (r=0,208 p=0,003).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Toplumsal bir eylemi gerçekleştirilmesi gereken bir durumla karşılaşmaktan kaçınma, korkma yada bununla ilgili kaygılı beklenti, kişinin olağan günlük işlerini, mesleki işlevselliğini yada toplumsal yaşamını önemli ölçüde bozuyorsa böyle bir tanı konması uygun olabilir. Dolayısıyla hemodiyaliz hastaları anksiyetelerini yenmeye çalışırken, hastanın yaşlanma ve yaşamına uygun psikososyal destek programlarının uygun olacağı görüşündeyiz. Böylelikle hastalarımızın yaşam kalitelerinin artmasının sağlanacağı kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: The incidence of end stage renal disease (ESRD) causes psycho-social problems on the patients and reduces their life quality. In this study, our purpose is to determine anxiety and social phobic states of the hemodialysis patients.
METHODS: We applied State and Trait Anxiety Inventory (STAI) and Social Anxiety Scale (SAS) on randomly chosen 91 hemodialysis patients, who had being monitored regularly in our hemodialysis center between 1 January 2010 and 31 March 2010. In this study, we used NCSS 2007 software for statistical analysis. While evaluating data, together with descriptive statistical methods (mean, standard deviation), we also used one-way analysis of variance to make comparison among the groups. To compare dual groups t-test, to compare qualitative data chi square test and to determine the relation between the variables Pearson correlation test were used. p<0.05 was accepted as statistically significant while the results were being evaluated.
RESULTS: The age of the study group ranged between 24 and 89 years (the mean was 55,23±15.98 years). The mean age of women was 55,23±13,83 (range from 24 to 81); The mean age of men was 55,36±17,31 (range from 24 to 89). Statistically positive correlations have been found between STF fear scores and STAI state scores (r=0,12 p=0,003), also between STF fear scores and STAI trait scores (r=0,270 p=0,01). Besides, statistically positive correlations have been found between STF avoiding scores and STAI state scores (r=0,306 p=0,003), also between STF avoiding scores and STAI trait scores (r=0,208 p=0,003).
DISCUSSION AND CONCLUSION: If avoiding, fearing or being concerned about coming up against performing a social action dramatically disorders someones daily routines, professional functionalities or social activities, he/she can be diagnosed like this. Thus, we think that, while hemodialysis patients performing to overcome anxiety, appropriate pcyhosocial support programs according to their aging and life styles are convenient. By this way, we belive that, life quality of the patients can be increased.

4.Comparation of physical fitness parameters in women with and without low back pain
Deran Oskay, Yavuz Yakut
doi: 10.5222/J.GOZTEPETRH.2011.117  Pages 117 - 122
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, bel ağrısı olan kadınlarda, fiziksel uygunluk parametrelerinin nasıl değişikliğe uğradığını belirlemek ve bu parametrelerin, sağlıklı bireylerle karşılaştırıldığında, görülecek farkları değerlendirmek amacıyla planlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya, bel ağrısı tanısı konan, kök irritasyonu ve disk dejenerasyonu bulgusu olmayan, yaşları 19 ile 61 arasında değişen 27 kadın ve bel ağrısı hikayesi olmayan; yaşları 19 ile 63 arasında değişen 39 sağlıklı kadın dahil olmuştur. Değerlendirmelerde sağlıklı ve bel ağrısı olan olgulara gövde kasları kas kuvveti, enduransı ve esnekliğinin yanında, olguların vücut kitle indeksleri (VKİ), postural değişiklikler değerlendirilmiştir. Bel ağrısı olan olgulara bunların yanında ağrı değerlendirmesi yapılmıştır.
BULGULAR: Olgular, yaş, boy, vücut ağırlığı, VKİ, esneklik, kassal endurans ve kuvvet açısından karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak fark olmadığı belirlendi (p>0,05). Fiziksel uygunluk parametrelerinin ağrı ile korelasyonuna baktığımızda, kassal endurans ve kuvvetin sadece istirahatteki ağrı ile ilişikisi olduğu belirlendi (p<0,05). Fiziksel uygunluk parametrelerinin ağrı ile korelasyonuna baktığımızda, kassal endurans ve kuvvetin sadece istirahatteki ağrı ile ilişikisi olduğu belirlendi (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sedanter yaşayan ve bel ağrısı olmayan bireylerde vücut biomekaniksel özelliklerine bakılacak olunursa, bu bireylerin bel problemlerine aday kişiler olduğu belirlenebilir. Bireylerin bel sağlığı konusunda bilinçlendirilebilmesi için, koruyucu rehabilitasyon programlarından olan bel okullarının yaygınlaştırılması gerekir.
INTRODUCTION: This study intent to determine how physical fitness parameters change in women with low back pain (LBP) and evaluate the differences in this parameters when compared with healty subjects.
METHODS: Twentyseven women aged 19-61 with LBP not related to radiculopathy and disk degeneration and 39 women without LBP aged 19-63 participated in this study. Trunk muscle strength, endurance, flexibility, body mass index (BMI), postural changes were evaluated in subjects with LBP and healty ones. In addition to these, pain was evaluated in subjects with LBP.
RESULTS: On comparison of the cases of two groups, no difference was found in regards to the age, height, body weight, body mass index, flexibility, muscle endurance and muscle strength (P>0.05). When the correlation of pain with physical fitness parameters is investigated, muscle endurance and muscle strenght has showed significiant relationship only with rest pain (p<0,05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to our results, body biomechanic features of sedantary subjects without back pain leads canditate for having back problems. Dissemination of back schools should be aimed in protective rehabilitation programs for providing awareness of people abouth back health.

5.The results of ESWT (extracorporeal shock wave therapy) in refractory plantar fasciitis cases
Afşar T. Özkut, Namık Kemal Özkan, Çağatay Uluçay, Mehmet Ertaş, Abdullah Eren
doi: 10.5222/J.GOZTEPETRH.2011.123  Pages 123 - 127
GİRİŞ ve AMAÇ: Kronik plantar fasiitise bağlı topuk ağrısı şikayeti olan hastalarda ekstrakorporal şok dalga tedavisinin sonuçlarının araştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Plantar fasiitis tanısı konan ve diğer konservatif tedavi yöntemleri sonrasında topuk ağrısı şikayeti devam eden 16 hastanın (10 kadın, 6 erkek) 22 ayağı dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 47 (31-67) idi. Hastalara elektrohidrolik litotriptörü kullanılarak birer hafta ara ile üç seans ekstrakorporal şok dalga tedavisi (extracorporeal shock wave therapy=ESWT) uygulandı. Hastalar 3. ve 6. ayda Roles ve Maudsley Ağrı Skorlama sistemine göre ve GAS (görsel analog skorlama) sistemi ile değerlendirildi. Hastaların tümü tedavinin 2.yılında tekrar görüldü.
BULGULAR: Hastaların Roles ve Maudsley skorlamasına göre ağrı seviyesi tedavi öncesi ortalama 2.7 iken tedavi sonrası 1.6 olarak saptandı. Hastaların GAS (görsel analog skala) sonuçlarının tedavi öncesi ortalama 5.6 iken EŞD tedavisi sonrası ortalama 2.3’e gerilediği görüldü. Çalışmaya dahil edilen 22 ayağın 16’sında (% 72) sonuçların ağrı açısından iyi veya mükemmel sınıfına girmekte olduğu görüldü. Tedavi sonrası VAS ve Roles Maudsley değerleri tedavi öncesinden istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu (p=0,0001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: EŞD tedavisi şikayetleri 6 aydan uzun süredir mevcut olan hastalarda önerilebilecek güvenli bir tedavi yöntemidir.
INTRODUCTION: We evaluated the results of ESWT (extracorporeal shock wave treatment) in patients with heel pain due to chronic recalcitrant plantar fasciitis
METHODS: 22 feet of 16 patients with ongoing complaint of heel pain after other conservative measures were included in this study. Mean age was 47 (31-67). The patients were evaluated according to Roles and Maudsley Scoring System and VAS (visual analog scala). Final follow up was done at the second year of treatment.
RESULTS: Mean Roles and Maudsley Score was 2.7 and 1.6 before and after treatment (at 6. month) respectively. Mean VAS score was 5.6 and 2.3 before and after treatment (6.month) respectively. 16 of 22 feet that were included in this study was graded as good in terms of pain and function. The decrease in VAS and Roles Maudsley scores was found to be statistically significant (p=0,0001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: ESWT is a safe method of treatment that can be recommended to patients with chronic plantar fasciitis that have symptoms for more than 6 months.

REVIEW
6.Hair and systemic diseases
Mukaddes Kavala, Zafer Türkoğlu, Burçe Can
doi: 10.5222/J.GOZTEPETRH.2011.128  Pages 128 - 132
Saç bozuklukları birçok sistemik hastalığın bir göstergesi olabilir ve saç kaybı, saçlarda artma ve renk değişiklikleri olarak üçe ayrılabilir. Hormonal değişiklikten yaşlanmaya birçok faktörün etkili olduğu saç kaybını genel olarak beş ana grupta incelemekteyiz: anagen effluvium, telogen effluvium, saç foliküllerinin yıkımı, saç foliküllerinin minyatürleşmesi ve saç şaftı defektleri. Saç rengi değişiklileri ise metabolik mekanizmaların devrede olduğu sistemik hastalıklarda gözlenir. Burada gruplar halinde saç hastalıkları ve ilişkili sistemik hastalıklar gözden geçirilip tartışılmıştır. Saç hastalıklarını saç yapı bulguları ve klinik görünümleri ile değerlendirmek, mevcut metabolik mekanizmalarla birlikte sistemik hastalıkları ilişkilendirmeyi ve ileriye yönelik araştırmaları kolaylaştırmaktadır.
Hair disorders can be one of the manifestations of a multitude of systemic diseases. Hair disorders may be subdivided into three categories: hair loss, excess of hair and variations in hair colour. With many causes variying from hormonal diseases to aging, the hairloss as a title can be dividede into five main groups: anagen effluvium, telogen effluvium, destruction of hair follicles, miniaturization of hair follicles and hair shaft defects. Systemic diseases in which metabolic mechanisms mainly take role, are observed as colour changes in hair. Herein we discussed hair and hair conditions with related systemic diseases in groups. It is beneficial to evaluate hair diseases with knowledge of hair structure besides clinical observation for associating systemic diseases with metabolic mechanisms and further researches.

CASE REPORTS
7.Poland syndrome: A case report
Müferet Ergüven, Mehmet Malçok, Nuran Çelenk
doi: 10.5222/J.GOZTEPETRH.2011.133  Pages 133 - 136
Poland sendromu başlıca pektoralis majör kasının hipoplazisi, ipsilateral değişken derecede üst ekstremite deformiteleri ve göğüs malformasyonları ile karakterize, konjenital bir sendromdur. Ortalama 30.000 canlı doğumda bir sıklıkta görülmektedir. Aynı aileden tanımlanan olgular olması nedeni ile otozomal dominant geçiş düşünülse bile çoğu olgu sporadiktir.Erkek cinsiyette daha sık görülür. Daha önceki yıllarda kozmetik problemler nedeniyle adölesan ve erişkin dönemde doktor başvuruları görülmekteydi. Bu sendromun artık daha iyi biliniyor olması nedeni ile tanısı çocukluk döneminde konmaktadır. Olgumuz, parmak anomalileri nedeni ile getirilen, beş günlük erkek bebektir. Kardiyolojik anomaliler başta olmak üzere, anomalilerle birlikteliği fazla olan ve malignite riski taşıyan, nadir görülen konjenital bir hastalık olan Poland sendromu, bu özellikleri vurgulanmak amacı ile sunuldu.
Poland syndrome is a congenital syndrome that is characteraized by pectoralis major hypoplasia, variable upper extremity deformities and chest malformations.It seens per 30.000 birth. Despite its heredity seems like otosomal dominant therefore a few cases has been diagnosed in the same families, generally it seems sporadically. It seems more in male. Recent years adolescent and adult patients have resorted to a physician because of the cosmetic problems. This syndrome can be diagnosed in the childhood easily due to known more. Our case is a five-day male baby, resorted us for finger anomalies. Poland syndrome, that is rare congenital disorder, is provided to emphasize its characteristical feature; especially cardiac anomalies, other anomalies and entertaining risk of malinities.

8.A thoracoomphalophagus conjoined twin detected at 10th gestational week: Case report
Necdet Süer, Birol Durukan, Yavuz Kutlu
doi: 10.5222/J.GOZTEPETRH.2011.137  Pages 137 - 139
Yapışık ikiz insidansı yaklaşık 50.000 gebelikte bir; canlı doğumlar arasında ise 250.000 de bir sıklıktadır. Ağır morbidite ve mortalite ile beraber olan bu durumda klinik yönetim, gebelik takibi ve gereğinde gebeliğin sonlandırılması önem kazanmaktadır. Olgu sunumumuzda Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğine başvuran hastada saptanan missed abortus thoracoopmhalophagus yapışık ikizliğini ve bu olgu dolayısıyla monokoryonik monoamniyotik ikizliğin nadir bir varyasyonu olan yapışık ikizliği gözden geçirdik.
The incidence of conjoined twins is one out of 50,000 pregnancies and one out of 250,000 among live births. It is important to follow up, to properly manage and in case needed to terminate these pregnancies since they have high mortality and morbidity rates. In this case report we present a missed abortus case of thoracoomphalophagus conjoined twin pregnancy who admitted to Obstetrics and Gynecology Clinic of Göztepe Education and Research Hospital. Via the case, we aimed to review conjoined pregnancy, a rare variation of monochorionic monoamniotic pregnancy.

9.Abdominal wall incision scar endometriosis
Erhan Karaalp, Kadir Güzin, Güneş Gündüz, Selim Afşar, Nurver Özbay
doi: 10.5222/J.GOZTEPETRH.2011.140  Pages 140 - 142
Bu olgu sunumunu yayınlamamızdaki amaç nadir görülen bu jinekolojik hastalığı klinisyenlere farklı bir tanı olarak hatırlatmaktır. Hastamız yaklaşık bir yıldır ağrılı bir karın kitlesinden yakınan bir bayandı. Hikayesinde iki adet sezaryan operasyonu mevcuttu. Ultrason hipoekojenik bir kitleyi gösterirken bilgisayarlı tomografi lobüle kenarlı izointens bir kitleyi anlatıyordu. Cerrahi müdahale sonrası tanı histopatolojik olarak doğrulandı. Sonuçta bugünlerde karın ön duvarı endometriozisi nadir görülse de, belirti ve bulgularına aşinalık bu hastalığın farkındalığını arttıracaktır.
Our aim to publish this case report to remind this rare gynecologic disease to clinicians as a differential diagnose. Our patient was a woman suffering from a painful abdominal mass for about one year. She had two cesarean sections in her history. Ultrasonography revealed a hypoechogenic mass while computed tomography showed an izointense mass with lobulated margins. The diagnosis was confirmed by histopathologically after surgical excision. In conclusion; although abdominal wall endometriosis is seen rarely nowadays, familiarity with its signs and symptoms will increase awareness of this disease.




 

  © 2024 MEDJ